6 Ocak 2013 Pazar

Bir abanoza aşık oldum


       Sevdiğim kadının, kıymık kıymık vücut parçalarıyla kaplı bir balta var elimde. Başımdan aşağı boşalan sular durulmuş, gün bitmiş, karanlık yüzümü gizliyor. "Tanrım ne yaptım ben ?" Yerler kazılmış toprak ve kadınımın parçalarıyla dolu. Sesim titreyerek yineliyorum sorumu; "Tanrım ne yaptım ben ?" Cevap gelmediğine göre tanrıdan uzakta olmalıyım , kendimden de öyle.



      Bir gün dostlarımla meydanda aylak aylak dolaşırken çıktı karşıma Neriman.  Yedi metre boyunda, yemyeşil gözleri, dolgun dudakları. İçinin güzelliği vücudunun hatlarına yansımış bir o kadar taze bir o kadar diri. Ayakları sağlam basıyor toprağa. Kesinlikle ilk görüşte aşktı. Yüzüm düştü gözlerim karardı, çaresizlikten sendeledim ve yere kapaklandım. Can dostum Gogol kaldırdı beni. Durumumu anlayıp şarap içmeyi önerdi, aşıkların içkisi şaraptır diye ekledi. Hemen tekele girdik. Litrelik şarabımızı alıp elektrik direğinin altına çöktük.

  
      Gogol mahalledeki her şeyi bilir. Kim kiminle takılıyormuş, hangi kız hangi çocuğu parmağında oynatıyormuş, peki ya oğlan ? Niyeti ciddi miymiş yoksa gönül mü eğlendiriyormuş. Bunların hepsi Gogol'da. Böyle pis dedikoducu biri ama birlikte büyüdük işte çıkaramıyorum hayatımdan. Gogol'a sordum bu dünyalar güzelini. Bir kırığı var mıdır, kimlerle takılır nelerden hoşlanır. Anlattığına göre Neriman kendini hayır işlerine adamış, diğer insanların huzur içinde yaşaması için uğraşıyordu. Kabarık cüzdanından Neriman'ın iki tane fotoğrafını çıkarttı. Ben tabi kıllandım, "lan yoksa sen mi yazıyosun benim kıza" deyince, "yok be oğlum anlatırken görsel sunmayı seviyorum herkesin fotoğrafı var bende" diyerek mahallenin tüm kızlarının fotoğrafını gösterdi. Leyla, emel, Nuriye.. Sahiden de hepsi vardı. Neriman'ın fotoğrafına şöyle bir baktım, baktıkça daha bir sevdim. Bir ömür yanında olmayı hayal ettim.
      
        Ertesi gün ilk işim onu aramak oldu. Gogol'la çıktık yollara aradık taradık. Anlatılanlara göre Neriman tropik iklim seviyormuş. Ataları, yıllardır tropik yerlerde kök salmış. Tanınan, sevilen, değerli soylu bir aileden geliyormuş. Evi de Sri lanka'da.  Gogol ceketinin iç cebinden dünya haritasını çıkardı. Yaklaşık kırk dakika Sri lanka'yı aradık. Sonunda Hindistan'ın altında şirin bir ada olduğunu gördük. Uçak biletimi aldığım gibi Atatürk Hava Limanından Dubai aktarmalı 16 saat süren Sri lanka yolculuğumu tamamladım.
    


    Yolculuk beni acıktırmıştı. Palk boğazı kıyısında bir tavuk dönerciye rastladım. İki tavuk döner iki ayran, bir de çay içtim. No onion dememe rağmen, dönerler soğanlı yapılmıştı. İkisi birden hemde. Üstüne de 20 rupi para istedi. Sanırım turistim diye biraz kazık yedim ama tatsızlık çıkmasın diye ses etmeden çıktım oradan. Düştüm Neriman'ın peşine. 

    
      Saat 3 olmasına rağmen hava kararmaya başlamıştı. Casio saatim 20 yıldır hiç şaşmadı demek ki bu ülkede hava erken kararıyor diye düşündüm. Gogol'dan aldığım resimlerle insanlara kadınımı sormaya başladım. İngilizcem yetersizdi; where is she? you know she? diye iki cümleyle Kolombo'nun sokaklarında gezdim durdum bütün gün. İnsanlar suratıma anlamsız bakıyordu. Sanırım bu ülkede ingilizce bilen yoktu. Kahretsin dönercinin soğan koymasından anlamalıydım bunu. İlk gün umutlarım boşa çıktı. Diğer dostum Nortfeys'den ödünç aldığım çadırla, Pidurutalagala dağına kamp atıp geceyi orada geçirdim.
    
   Uyandığımda sabahın 8 buçuğuydu fakat öğlen sıcağı vardı. Tropik iklim böyle bir şey olsa gerek. Çadırımı toplayıp tekrar yollara koyuldum. Dağın eteklerinden inerken birden onu gördüm. Tüm asaletiyle oradaydı. "Neriman". Arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Yanlarından geçtim beni görmediler. İlgilerini çekmek için bi türkü tutturdum; tohumlaar fidanaaa fidanlaar ağacaa ağaaçlar ormanaa dönmeli yurdumdaaa..Etkilenmiş olacak ki; "bu şarkıyı ilkokuldan beri duymamıştım. Büyüdükçe gerçekten değerli olan şeyleri unutup yerine önemsiz şeyleri koyduk ve en kötüsü onların değerli olduğuna kendimizi inandırdık" dedi.

  "Sen benim için çok değerlisin Neriman, senin için on altı saat yol geldim ben."

  "Gerçekten değerli olsam, bir ömür verir ve bundan bahsetmezdin. Böyle yapıp da söyleyince ne anlamı var ki?"
  "Haklısın, 16 saat değil, 16 yıl değil, 16 tane ömrüm olsa veririm sana çiçeğim. Demek istediğim maymun iştahlı biri değilim. Aşığım ben sana, benimle gel."
  "Buradan ayrılamam ben. Köklerim burada, burada yetiştim, burada büyüdüm. Aşığım diyorsun ama senin yanında olmamı istiyorsun bu yaptığın şey düpedüz bencillik. Hem değerli gören yalnızca sen değilsin, yarın bir gün zorla tutup götürebilirler beni."

 dedi ve ağlamaya başladı. Kastettiği şeyi pek anlamamıştım. Koştum yanına, sıkıca sarıldım. Saatlerce sarıldık, o ağladı benim içim parçalandı. Korktuğu ve bana anlatmadığı bir şeyler vardı, bunu hissedebiliyordum. "Bana güven sevgilim seni korumak için her şeyi yaparım kimse dokunamaz sana" diyerek oradan ayrıldım, merkezine indim.

   Kararımı vermiştim aşkım uğruna tüm dostluklarımı, ailemi, ülkemi silip Sri lanka'ya yerleşecektim. Ev yapmak için malzeme ve malzemeleri taşımak için Kamyonet bakmaya koyuldum. Araştırdım soruşturdum bu defa kazık yemeye niyetim yoktu. Bir kaç dükkan gezdim pazarlık yaptım. 400 rupiye hepsini bağladım. Üstüme kilometrelerce yolun kokusu sinmişti. Yarın, güzel gözlüme kötü kokmak istemiyordum. Bir motel buldum duşumu aldım. Sevgilimle yaşayacağım güzel günleri düşünerek uykuya daldım.

   Rent a car'la anlaştığımız üzere 9:30'da dükkana vardım. Vardım ki ne göreyim, ne duyayım; kahverengi derili, siyah dalgalı saçlı, kalın dudaklı ve kısa yapılı kolombonun genci bana atarlanıyor. Aağbi geç kaldın diyor. Ulan oğlum diyorum, 9 buçuk dedin saat 9 buçuk işte. Baba yadigarı casio saatime yanlış mı diyorsun sen it ! Abi diyor, vallahi yanlışın var bak diyor saat öğlen 1, koskoca saat kulesi yanlış gösterecek değil ya. Çirkin mi çirkin, İzmir saat kulesinin eline su dökemez dandik bir kuleyi gösteriyor bana.Turistiz ya para sızdırmaya çalışıyor şerefsiz. Tatsızlık çıkmasın diye çaresiz 90 rupi daha veriyorum. Hem feda olsun yeşil gözlüme. Yola koyuldum.





   
  Kolombo'nun dar yollarında kayboldum. Zar zor Pidurutalagala dağını buldum. Ormana vardığımda, sessizlik hakimdi. Hava yine kararmak üzereydi. Ormanda, ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözler gördüm. Dün tanıştığım Demir ve Tik kardeşlere ne olduğunu sordum fakat ağızlarından tek kelime çıkmadı. Eyvah dedim bir terslik var. Kamyonetten atlayıp, Neriman'a doğru koşmaya başladım. Dün onu gördüğüm yere baktım orada yoktu. İyice yaklaştım sadece topraktan çıkaramadıkları bir bölüm kökü kalmıştı, Neriman'ın ve yirmi bir arkadaşının. Çılgına döndüm elimdeki baltayı toprağa vurmaya başladım. "Neden tanrım neden ?" Sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerim açılıp kendime geldiğimde Neriman'ın köküne vururken buldum kendimi. Baltanın üstünde kadınımın parçaları vardı onu kurtarmak için geç kalmıştım.. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder