6 Ağustos 2013 Salı

Kız Kaçırma

"Gün gelecek seninle evlenicem Seray, göreceksin"
Kendime verdiğim bu sözün üzerinden tam on iki sene geçti. Eminim ki o hala kemikli yüz seviyordu. Benim ise yıllar geçtikçe yanaklarım kat kat tombullaşıyordu. Yüzümdeki çizgilere de dünya haritası niyetine bakabilirdiniz.
Ona kötü davransaydım, --on iki sene önce--, birlikte olabilirdik belki, doğru.
Ama şu an ağzımla kuş tutsam benimle olmazdı, ne kadar da çirkindim.
İyice çirkinleşip onu kaçırmaya karar verdim. Başka şansım yoktu.

 "Beyaz Zambaklar Ana Okulu".
Öğretmen olduğunu duyduktan sonra kaç okul gezdim hatırlamıyorum, onu burada buldum.
Bahçede tüm güzelliğiyle duruyordu. Öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim, sarışın küçük bir kızla oynuyordu. Böyle bir kızımızın olduğunu hayal ettim. Annesi gibi sarı saçlı, gözleri 4 defa lacivert.
Yanına gitmeye yeltendim. Ayaklarıma beton dökülmüş gibi kaldım, kıpırdayamadım.
Sadece uzaktan izlemekle yetindim.

Artık nerede olduğunu biliyordum. Fakat kaçırmaya cesaretim yoktu.
Onu kaçıracak birilerini bulmalıydım. Bu pis işleri kim yapar bilmem. Sağolsun Hikmet abi bulup ayarladı. Arabamı satıp parayı adamlara verdim. Elimde kalan parayla da ıssız bir göl evi kiraladım.

Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamıştım. Adamlar Seray'ı kaçırıp getirince, daha önceden anlaştığım can dostum doktor Ferit benden aldığı malzemeyle Seray'ı hamile bırakacaktı.
Tüp bebek!
Evet Seray'ı böylesine severken ona tecavüz edemezdim. Aslında kimseye tecavüz edemezdim. Ne kadar çirkinleşsem de bunu yapamazdım.
Ferit, tüp bebek işlemini halledince Seray'la 9 ay boyunca doğumu bekleyecektik. O süre zarfında birbirimizi tanımak için yeterince fırsatımız olurdu. Zamanla beni severdi bunu emindim. Yakışıklı olmak her şey miydi sanki ? Benimle bir kaç ay geçirip de sevmeyen kimseyi görmedim o da sevecekti.

Göl evine gidip beklemeye başladım. Seray'ın beni tanımaması gerekiyordu. Çünkü bu yaptığım ruh hastalığıydı. Aylar geçtikçe ve beni sevdikçe kim olduğumu öğrenecekti elbet.
Ama ilk anda hayır, tanımamalıydı.
Siyah pardösümü giydim, V for Vendetta maskemi taktım.

Adamların, sevgilimi getirmesini beklerken bir paket sigara ve 70lik Chivas'ın yarısını içtim. Akşam olmuş hava kararmıştı. Adamları aradım telefonları kapalıydı.
" Nerede kaldınız kardeşim akşam oldu !! Bu mu sizin iş ahlakınız ? " diye sesli mesaj bıraktım.
Gece 01.00 gibi viski ve sigara stoklarım bitmişti. Hala kimse gelmemişti, telefonları da kapalıydı.
"Ulan Hikmet abi yapacağın işe sokayım"
Çok sinirlendim, ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledim. " Öldürücem ulan sizi nerede benim sevgilim !"

Uyandığımda öğlen olmuştu. Kapının yanında sızıp kalmışım. Kapı açık fakat gelen giden olmamıştı.
Gece, gözümden kaçmış bir dal sigara buldum yerde. Onu yakıp evden ayrıldım.

"Beyaz Zambaklar Ana Okulu"
Okulun kapısında yaklaşık bir buçuk saat bekledim. Sonunda, elinde telefon konuşa konuşa çıktı Seray.
Tam yanına gidecekken önünde yeşil bir mini cooper durdu. Arabayı süren, kemikli yüzü olan bir adamdı. Seray yanına bindi. Arkada da sarışın minnoş bir kız vardı.
Gözleri kaç defa lacivertti, net göremedim. Arabanın camında siyah film vardı.

Güneş gözlüklerimi takıp bir sigara daha yaktım. Yanaklarımı içime çekip yürümeye başladım.
 " Hikmet abi ne mübarek adamsın az kalsın milletin yuvasını yıkacaktık. "

17 Şubat 2013 Pazar

Rock'n Roll Baybe !


     Hepimiz elittik, sanatçıydık, genç ruhluyduk. Seyrek uzun beyaz saçlarımızı tokalarla tuttururduk. Kimimiz bandana bağlardı, sakallarımızı örerdik. Yirmili yaşlardaki genç dostlarımız yanımızda yaşlı gibi görünürdü. İçki masalarında güzel muhabbetlerimiz vardı, bazen loş ışıklar altında sürdürürdük muhabbetlerimizi bazen bir ateş yakıp sucuk pişirirdik orada tartışırdık Nazım Hikmeti, Orhan Veli’yi..
    25 senedir Firik’te yaşıyorum, ekili bir ağacım yok, ama hayatı dolu dolu yaşadım. Balıkçılık yaptım, garsonluk yaptım, midye sattım, bar işlettim. Buraya geldiğimde hiçbir meziyetim yokken burada hayatı öğrendim, adeta piştim. Dostlarım sayesinde hayat görüşü edindim, sabahlara kadar çavbella söyledik içtik eğlendik.

   Hiç evlenmedim, gerek de duymadım. Yakışıklı oğlandım her hafta  yeni bir sevgili bulurdum. Şu an 55 yaşımda olmama rağmen hala ayda bir sevgili değiştiriyorum. Ah dostlar tekrar yaşama fırsatım olsa yine bu hayatı seçerdim o kadar huzurluyum o kadar mutluyum. Bu güzel yaşantıma rağmen, geçenlerde genç bir arkadaşım alkolün de etkisiyle bana çok ağır laflar söyledi. Söylediklerini aynen aktarıyorum ;

-Yaşın elli olmuş hala kıçın başın ayrı oynuyor , ne kadar gereksiz ne kadar boş insanlarsınız. Yaptığınız muhabbet , tavırlarınız, konuşmalarınız, giyiminiz ne kadar da kadar  yapmacık.  Tüm bu özenle süslenmiş, tıka basa mekanlara rağmen yapayalnız olduğunuzu göremeyecek kadar kaptırmışsınız kendinizi bu yere. Sizinki hayatı dolu dolu yaşamak ise ben hayatı bomboş yaşamayı yeğlerim..
  
İşte dostlarım bu laflar beni çok inciltti . Kendimizi yılların birikimiyle donattık, gençlere örnek olalım istedik karşılığı bu çirkin laflar mı olacaktı? Saygısızlığını arkadaşımın toyluğuna veriyorum. Asıl ben ona acıyorum, keşke bizim baktığımız pencereden hayata bakabilse, o da mutlu olsa. Şimdi Firigya Cafe’ye gidiyorum Armağan Beyciğim bahçede balık pişiriyormuş, Eziginin Günlüğü  plağımı alıp bir sürpriz yapayım şunlara hahah, hoşçakalın...

8 Ocak 2013 Salı

Sahte Süvari



     
Tamı tamına yedi kişiyi öldürdüm, altısının boyu benden kısaydı, birinin tek kolu yoktu ama acımadım bastım kılıcı. Hayatta acımasız  olmayı öğrendiğiniz zaman kazanmayı da öğrenirsiniz. Ah güzel Valentina'm beni böyle kanlar içinde görünce nasıl da iştahlandı. Bir an önce kollarıma atlamak istiyordu.


  
  33 yaşımda 2 çocuk sahibiyim, aşk evliliği yapmadım. Babadan fırıncıyız , bayilik dağıtarak geniş bir pazara yayıldık. 23 tane fırınımız var, tüm Kotor'a ekmeği biz dağıtıyoruz. Aslında bu mesleği hiç istemedim, çocukluk arkadaşlarım gibi bende süvari olmak istiyordum.Atıma atlayıp uçsuz bucaksız dağlara sürmek istiyordum, süvarilerin görkemli kıyafetleri, miğferleri,o özenle dövülmüş kılıçları, şövalye yüzükleri beni benden alıyordu..Saçı sakalı salıp, kıyafetlerimi giyip savaşa gideceğim günün hayaliyle yanıp tutuştum.


 Babam; 'fırıncı adamın saçı sakalı olmaz, millet senin kılını tüyünü mü yiyecek itin oğlu' diyerek terleyen ilk sakallarımı kestirdi..14 yaşındaydım, sakallarımla birlikte hayallerimi de kaybetmiştim. O günden sonra hiç hayal kurmadım, her gün sinek kaydı tıraş oldum, haftada bir kendi elleriyle saçımı 3 numaraya vurdu rahmetli babam.

      Babam geçen sene mayıs ayında öldü, 32 yaşındaydım..hayatımı mahveden adam için hüngür hüngür ağlıyordum.Biriktirdiğim tüm yıllar onun içindi, onun için yaşamıştım bugüne kadar. Peki şimdi kimin için sürdürecektim yaşamayı, öfkemden ağlıyordum. Öğle namazında defnettik babamı döndüm geldim fırına. Babam öldüğüne göre artık fırında sigara içebilirdim. Bir sigara yaktım, sert bir nefes çektim,üfledim.. dumanda 'hiçbir zaman geç değildir' yazıyordu. Lan dedim doğru diyorsun neden geç olacakmış, daha ömrün yarısına bile gelmedim, her şeye yeniden başlayabilirim. Fırına benzin döküp yaktığım gibi çıktım dışarı. Babamın tüm esnaf arkadaşları dükkanın önünde toplanmış, güzelim dükkan gidiyor rahmetli bugünleri görseydi acısından ölürdü diyorlardı. Babam zaten ölmüştü. Onunla birlikte yön verdiği tüm hayatlar, tüm anılar da ölmeliydi. Dükkanın kül olup bittiğine emin olunca eve gittim.
 
      Yol üstünde süvari kıyafet ve aksesuarları satan bir mağazaya uğradım istediğim her şeyi aldım. Oradan demirciye uğradım ve sapında at figürü olan bir kılıç satın alıp evin yolunu tuttum. Karım çarşıya gitmişti, evde çocuklar vardı ikisini de çektim karşıma, bu hayatta ne olmak istiyorsunuz dedim. Fırıncı olucaz baba başka ne işten anlarız dediler. İkisine de okkalı birer tokat çaktım. Size verilen hayatı değil ulan gerçekten ne olmak istiyorsunuz onu soruyorum dedim. Babam sağ olsun fırıncı olmayı çocuklarıma da aşılamış, onların hayallerini zehirlemişti. Biraz daha zorlayınca küçük oğlan müzisyen olmak istediğinden bahsetti. Hemen 5000 euro verdim gitsin kendisine en güzel gitarı alsın diye, büyük oğlana döndüm bana dik dik bakıyordu

-Ne var ne bakıyorsun ?
-Şu haline bak elinin hamuruyla kılıç tutuyorsun olmaz olsun böyle baba.
   Gözüm dönmüştü, artık hayallerime müdahale edilmesine tahammülüm yoktu . Gözümü açtığımda oğlumun kesilmiş başı elimde hala konuşuyordu.

-Sen süvari mi oldun şimdi eline kılıcı alınca?
-Oldum tabi itin oğlu hayalim lan bu benim
-Afedersin baba ama hayaline sokayım yaşın 32 oldu hala hayaller alemindesin. Mis gibi işin var, çoluğun çocuğun var karnın tok sırtın pek. Rahat mı batıyor bu yaştan sonra ne hayali ?
-Yaşlanınca hayal kurulmuyor mu kerhaneci, hayal kurmak gençliğe özgü bir şey mi ?

Cevap veremeden gözleri kapandı. Ölmeseydi de verebilecek cevabı yoktu hayal kurmanın yaşı yoktu, haklıydım.

     Kendimi sokağa attım. İlk defa bir insanın canına kıymıştım, korkuyordum.  Yolda giderken bir deneme daha yapıp mahalle bakalının başını gövdesinden ayırdım. Hızlıca koşuyordum kalbim yerinden çıkacak gibi heyecanlıydım. 32 yıldır hiç böyle heyecanlanmamıştım. Ellerinde
alışveriş poşetleriyle gördüğüm karımın da sorgusuz sualsiz başını gövdesinden ayırdım. Ayırmasaydım şu poşetleri eve taşı diyecekti kesin. Babam yüzünden kurulan sahte hayatımın tüm ögelerini bir bir yok ediyordum artık yeni bir başlangıç için hazırdım. Yalnız ve özgür bir süvariydim.

     Uzunca bir süre koştuktan sonra yoruldum ve durdum. Lan dedim ben süvariyim de altımda at yok ne s.kim süvarilik bu böyle. At pazarı aradım. En yakın at pazarı Firik'te abi dediler. Firik benim şehrime yürüme mesafesiyle 17 saat uzaklıkta güzel bir sahil kasabasıydı. Kaderim çizliyordu. İşte yeni hayatım yeni şehrim. Firik'e doğru yola koyuldum.
  


    Firik'e vardığımda akşam olmak üzereydi, sahil kenarındaki restoranlar tıklım tıklım dolmuş, insanlar bir yandan balıklarını yeyip bir yandan rakılarını yudumluyorlardı. Oh dedim hayat size güzel anasını satayım. Daha cümlemi bitirmeden tıknaz bir delikanlı köprüden denize attı kendini. Bence deliydi, çünkü burada yaşayan insanın canına kıyması için deli olması gerekirdi. Dünya'nın en güzel kadınlarının özenle seçilip bu kasabaya yerleştirildiğini duymuştum. Sahiden de öyleydi. Aklımı başımdan aldılar, bir kaçıyla da uzun uzun bakıştık. Bir bara oturdum şişe bira söyledim. Çalışanlar muhabbetimi sevmişti. Diğer masaları kontrol ettikten sonra mutlaka yanıma uğrayıp bana takılıyorlardı. Biram bittikçe bira getirdiler, dokuzuncu biradan sonrasını hatırlamıyorum.
 
   Öğlen iki gibi uyandım. Yanımda kimse yoktu. Kaldırımdan kalkıp at pazarına doğru yürümeye başladım. Biraz ayılınca cüzdanımı çaldırdığımı fark ettim, tüm param içindeydi. Dün içtiğim bara gittim. Beni hemen tanıdılar, akşamki kız ne oldu ağbi dediler. Hatırlamıyordum, uyandığımda sokakta olduğumu ve cüzdanımı çaldırdığımı söyledim. Vallahi buradayken cüzdanın vardı abi, çıkışta kendi hesabını ve kızınkini ödeyip çıktın, dediler. Sinir olmuştum. Tahminimce 110 kilo civarında olan bıyıklı garsonun başını gövdesinden ayırdım. Diğer çalışanlar korkup çığlık attılar, çığlıkları duyan patron yanımıza geldi. O iri yarı garsonun kellesini bir kerede aldığımı gören patron benimle tanışmak istedi. Biraz konuşunca o da beni çok sevdi. At alacak param yoktu ve patronun teklifi üzerine  barda işe başladım.
Süvari olmak istediğim hayatta garson olmuştum hayat planlandığı gibi gitmiyordu.
 
       1 yıl boyunca garson olarak çalıştım. Kah ezildim kah azar işittim, fırında geçirdiğim günleri özlüyordum. Kendi işin gibisi yokmuş. Zaten haftaya işten ayrılacaktım. Son haftalığımı aldığımda at parası çıkıyordu. Aslında hesaplarıma göre 6 ayda atı alabilirdim ama Valentina'ma yedirdim parayı. Ah benim güzel Valentina'm. 23 yaşındaki dilber gözlüm. Sevişirken ölümsüz hissediyordum kendimi, yanımda olmayınca ölecekmişim gibi.

    


      Valentina'nın ailesi tutucuydu ve dışarı çıkmasına pek izin vermiyorlardı. Seni özledim diye mesaj attım, keşke bizimkiler izin verse yanına gelebilsem bende çok özledim diye cevap geldi. Onunla konuşurken kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu, öldürdüğüm karımla hiç
böyle olmamıştı. Mesajını okurken müzisyen Alfredo geldi bara.

-Hacı siz Valantiyle ayrıldınız mı?
-Yok oğlum ne diye ayrılacakmışız,  gayet güzel ilişkimiz var nazar değdireceksin puşt !
-Valenti'yi gördüm demin. Firik restoranda kel kafalı, tek kollu bir adamla sarmaş dolaş oturuyor

 Nefesim kesildi it oğlu it yalan söylüyordu. Valentina'm anneciğiyle birlikte evde oturuyordu. Alfredo'nun oracıkta kafasını gövdesinden ayırdım. Fakat içime de kurt düşürdü hemen Firik restorana koştum. Gözlerime inanamadım masada oturan Valentinaydı. Tek kollu şerefsiz
masayı donatmış, çiçeklerle, mücevherlerle sevdiğimin gözünü boyamıştı. Valentina kesinlikle ailesinin gazına gelmişti,  yoksa beni seviyordu bundan emindim.

   O gün başka birini öldürmedim. Çalışırken biraz kafam dağılır diye tekrar bara döndüm. Aradan bir hafta geçti. Valentina'm mesajlarıma cevap vermiyor, benimle konuşmuyordu. Kesin ailesi yüzünden, zorla evlendireceklerdi sevgilimi. Firik sokaklarında tek kollu zamparayı aradım ve bir kuyumcu dükkanından çıkarken yakaladım onu. Kesin yine Valentina'ma bir şeyler almıştı. O aldıklarını mezarda kendine takarsın it herif! Peşine düştüm Firik restoranın girişinde kıstırıp sorgusuz sualsiz kafasını gövdesinden ayırdım.
 
   Valentina'm koşa koşa restorandan çıkıp yanımıza geldi.

-Aramıza kimsenin girmesine izin vermem Valentina'm. Seni kimse zorla alıkoyamaz, artık benimsin
-Ulan ruh hastası herif,  bir kere seviştik diye sana aşık olduğumu mu sandın ?
-Valentina'm ne diyorsun? O kadar mesajlaştık,  para lazım dedin hop gönderdim ne istediysen yolladım sana karşılığı bu mu ?
-Ben sana hiç mesaj atmadım para mara istemedim gerizekalı !!

  Valentina ile olanları hızlı hızlı gözümünden önünden geçirdim haklıydı. Onunla bir kere sevişmiştik ve yolladığım her şeyi garson Bordou aracılığıyla kendisine iletmiştim. Ah Bordou kafanı gövdenden ayırıcam senin !

-Bu iğrenç hayattan kurtulmam Kaferi'yle evlenmeme bağlıydı ne yaptın sen gerzek ?
-Kaferi kim ?
-Şu an kellesi senin elinde olan adam. Sen benim hayallerimi çaldın bende senin hayatını alıcam !
 
  Hızlı bir hamleyle elimdeki kılıcı aldı ve kalbime soktu. Güzel Valentina'm ne kadar da çevik. Kanlar içinde yere yığıldım. Herkes tek bir hayat yaşarken ben iki hayat birden yaşadım. Bambaşka iki yaşam ve ikisinde de başarısız oldum.  Hayalim bunlar değildi böyle ölmek değildi. Atıma binemeden öldüğüm için çok üzgündüm.


İnsanlar üçe ayrılır ;


1) Babayiğit insan;

-Hayatı kolaylaştırmak için formüller bulur, bilumum faydalı icat yapar 
-Aklına düşen her kavramı irdeler üşenmeden tek tek başlıklar altında toplar
-İnsanlar ihtiyaç duyduğu bilgilere ulaşsın diye bilgileri kitap haline getirir
-Mi minörü sol majörü ahenkle birleştirir, acısında ve mutluluğunda insanlara eşlik eder
-Torunlarım rahat, huzurlu bir yaşam sürsün diye kendi hayatını feda eder

2) Kibirli insan;

-Yapılanlara teşekkür edip rahatına bakmak yerine 'yanlız adam ne yapmış be, ben niye yapamıyorum böyle şeyler' der. Kendini yiyip bitirir, onları çekemez
-Hırslıdır, eninde sonunda mevki sahibi olur
-Orjinal olmak ister taklitçilikten öteye gidemez, marjinal olmak ister taklitçilikten öteye gidemez

3) Normal insan; 

-Yapılanlara teşekkürü borç bilir
-Faydalandığı bilgiler karşısında atalarının ruhuna bi fatiha okur
-Fakat faydalandığı bilgiler yerli yersiz 'sınav' adıyla karşısına çıkınca atalarına ağır küfürler eder
-Bir çoğu sigara içer

      Sigara içiyorum ve zaman zaman atalarıma küfür ediyorum. 
Bu sınıflandırmaya göre normal bir insanım. Atalarımdan özür dilerim ama, formülü bilgisi batsın, bunları öğrenmek istemiyorum ki ben ! Bir avuç olan beynimi, gereksiz şeylerle doldurmak istemiyorum. Kedi sevmek istiyorum mesela. 22 yaşıma kadar kedilerden nefret ederdim. Şimdi o açığı kapatmak istiyorum onlarla şakalaşmak, fotoğraflarını çekmek istiyorum. Bir de çay demliyim sigaramı yakıyım, elimde de gitarım. Dünya'daki tek işim bu olsun istiyorum. Izdırapını sikeyim dünya..

  

6 Ocak 2013 Pazar

Bir abanoza aşık oldum


       Sevdiğim kadının, kıymık kıymık vücut parçalarıyla kaplı bir balta var elimde. Başımdan aşağı boşalan sular durulmuş, gün bitmiş, karanlık yüzümü gizliyor. "Tanrım ne yaptım ben ?" Yerler kazılmış toprak ve kadınımın parçalarıyla dolu. Sesim titreyerek yineliyorum sorumu; "Tanrım ne yaptım ben ?" Cevap gelmediğine göre tanrıdan uzakta olmalıyım , kendimden de öyle.



      Bir gün dostlarımla meydanda aylak aylak dolaşırken çıktı karşıma Neriman.  Yedi metre boyunda, yemyeşil gözleri, dolgun dudakları. İçinin güzelliği vücudunun hatlarına yansımış bir o kadar taze bir o kadar diri. Ayakları sağlam basıyor toprağa. Kesinlikle ilk görüşte aşktı. Yüzüm düştü gözlerim karardı, çaresizlikten sendeledim ve yere kapaklandım. Can dostum Gogol kaldırdı beni. Durumumu anlayıp şarap içmeyi önerdi, aşıkların içkisi şaraptır diye ekledi. Hemen tekele girdik. Litrelik şarabımızı alıp elektrik direğinin altına çöktük.

  
      Gogol mahalledeki her şeyi bilir. Kim kiminle takılıyormuş, hangi kız hangi çocuğu parmağında oynatıyormuş, peki ya oğlan ? Niyeti ciddi miymiş yoksa gönül mü eğlendiriyormuş. Bunların hepsi Gogol'da. Böyle pis dedikoducu biri ama birlikte büyüdük işte çıkaramıyorum hayatımdan. Gogol'a sordum bu dünyalar güzelini. Bir kırığı var mıdır, kimlerle takılır nelerden hoşlanır. Anlattığına göre Neriman kendini hayır işlerine adamış, diğer insanların huzur içinde yaşaması için uğraşıyordu. Kabarık cüzdanından Neriman'ın iki tane fotoğrafını çıkarttı. Ben tabi kıllandım, "lan yoksa sen mi yazıyosun benim kıza" deyince, "yok be oğlum anlatırken görsel sunmayı seviyorum herkesin fotoğrafı var bende" diyerek mahallenin tüm kızlarının fotoğrafını gösterdi. Leyla, emel, Nuriye.. Sahiden de hepsi vardı. Neriman'ın fotoğrafına şöyle bir baktım, baktıkça daha bir sevdim. Bir ömür yanında olmayı hayal ettim.
      
        Ertesi gün ilk işim onu aramak oldu. Gogol'la çıktık yollara aradık taradık. Anlatılanlara göre Neriman tropik iklim seviyormuş. Ataları, yıllardır tropik yerlerde kök salmış. Tanınan, sevilen, değerli soylu bir aileden geliyormuş. Evi de Sri lanka'da.  Gogol ceketinin iç cebinden dünya haritasını çıkardı. Yaklaşık kırk dakika Sri lanka'yı aradık. Sonunda Hindistan'ın altında şirin bir ada olduğunu gördük. Uçak biletimi aldığım gibi Atatürk Hava Limanından Dubai aktarmalı 16 saat süren Sri lanka yolculuğumu tamamladım.
    


    Yolculuk beni acıktırmıştı. Palk boğazı kıyısında bir tavuk dönerciye rastladım. İki tavuk döner iki ayran, bir de çay içtim. No onion dememe rağmen, dönerler soğanlı yapılmıştı. İkisi birden hemde. Üstüne de 20 rupi para istedi. Sanırım turistim diye biraz kazık yedim ama tatsızlık çıkmasın diye ses etmeden çıktım oradan. Düştüm Neriman'ın peşine. 

    
      Saat 3 olmasına rağmen hava kararmaya başlamıştı. Casio saatim 20 yıldır hiç şaşmadı demek ki bu ülkede hava erken kararıyor diye düşündüm. Gogol'dan aldığım resimlerle insanlara kadınımı sormaya başladım. İngilizcem yetersizdi; where is she? you know she? diye iki cümleyle Kolombo'nun sokaklarında gezdim durdum bütün gün. İnsanlar suratıma anlamsız bakıyordu. Sanırım bu ülkede ingilizce bilen yoktu. Kahretsin dönercinin soğan koymasından anlamalıydım bunu. İlk gün umutlarım boşa çıktı. Diğer dostum Nortfeys'den ödünç aldığım çadırla, Pidurutalagala dağına kamp atıp geceyi orada geçirdim.
    
   Uyandığımda sabahın 8 buçuğuydu fakat öğlen sıcağı vardı. Tropik iklim böyle bir şey olsa gerek. Çadırımı toplayıp tekrar yollara koyuldum. Dağın eteklerinden inerken birden onu gördüm. Tüm asaletiyle oradaydı. "Neriman". Arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Yanlarından geçtim beni görmediler. İlgilerini çekmek için bi türkü tutturdum; tohumlaar fidanaaa fidanlaar ağacaa ağaaçlar ormanaa dönmeli yurdumdaaa..Etkilenmiş olacak ki; "bu şarkıyı ilkokuldan beri duymamıştım. Büyüdükçe gerçekten değerli olan şeyleri unutup yerine önemsiz şeyleri koyduk ve en kötüsü onların değerli olduğuna kendimizi inandırdık" dedi.

  "Sen benim için çok değerlisin Neriman, senin için on altı saat yol geldim ben."

  "Gerçekten değerli olsam, bir ömür verir ve bundan bahsetmezdin. Böyle yapıp da söyleyince ne anlamı var ki?"
  "Haklısın, 16 saat değil, 16 yıl değil, 16 tane ömrüm olsa veririm sana çiçeğim. Demek istediğim maymun iştahlı biri değilim. Aşığım ben sana, benimle gel."
  "Buradan ayrılamam ben. Köklerim burada, burada yetiştim, burada büyüdüm. Aşığım diyorsun ama senin yanında olmamı istiyorsun bu yaptığın şey düpedüz bencillik. Hem değerli gören yalnızca sen değilsin, yarın bir gün zorla tutup götürebilirler beni."

 dedi ve ağlamaya başladı. Kastettiği şeyi pek anlamamıştım. Koştum yanına, sıkıca sarıldım. Saatlerce sarıldık, o ağladı benim içim parçalandı. Korktuğu ve bana anlatmadığı bir şeyler vardı, bunu hissedebiliyordum. "Bana güven sevgilim seni korumak için her şeyi yaparım kimse dokunamaz sana" diyerek oradan ayrıldım, merkezine indim.

   Kararımı vermiştim aşkım uğruna tüm dostluklarımı, ailemi, ülkemi silip Sri lanka'ya yerleşecektim. Ev yapmak için malzeme ve malzemeleri taşımak için Kamyonet bakmaya koyuldum. Araştırdım soruşturdum bu defa kazık yemeye niyetim yoktu. Bir kaç dükkan gezdim pazarlık yaptım. 400 rupiye hepsini bağladım. Üstüme kilometrelerce yolun kokusu sinmişti. Yarın, güzel gözlüme kötü kokmak istemiyordum. Bir motel buldum duşumu aldım. Sevgilimle yaşayacağım güzel günleri düşünerek uykuya daldım.

   Rent a car'la anlaştığımız üzere 9:30'da dükkana vardım. Vardım ki ne göreyim, ne duyayım; kahverengi derili, siyah dalgalı saçlı, kalın dudaklı ve kısa yapılı kolombonun genci bana atarlanıyor. Aağbi geç kaldın diyor. Ulan oğlum diyorum, 9 buçuk dedin saat 9 buçuk işte. Baba yadigarı casio saatime yanlış mı diyorsun sen it ! Abi diyor, vallahi yanlışın var bak diyor saat öğlen 1, koskoca saat kulesi yanlış gösterecek değil ya. Çirkin mi çirkin, İzmir saat kulesinin eline su dökemez dandik bir kuleyi gösteriyor bana.Turistiz ya para sızdırmaya çalışıyor şerefsiz. Tatsızlık çıkmasın diye çaresiz 90 rupi daha veriyorum. Hem feda olsun yeşil gözlüme. Yola koyuldum.





   
  Kolombo'nun dar yollarında kayboldum. Zar zor Pidurutalagala dağını buldum. Ormana vardığımda, sessizlik hakimdi. Hava yine kararmak üzereydi. Ormanda, ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözler gördüm. Dün tanıştığım Demir ve Tik kardeşlere ne olduğunu sordum fakat ağızlarından tek kelime çıkmadı. Eyvah dedim bir terslik var. Kamyonetten atlayıp, Neriman'a doğru koşmaya başladım. Dün onu gördüğüm yere baktım orada yoktu. İyice yaklaştım sadece topraktan çıkaramadıkları bir bölüm kökü kalmıştı, Neriman'ın ve yirmi bir arkadaşının. Çılgına döndüm elimdeki baltayı toprağa vurmaya başladım. "Neden tanrım neden ?" Sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerim açılıp kendime geldiğimde Neriman'ın köküne vururken buldum kendimi. Baltanın üstünde kadınımın parçaları vardı onu kurtarmak için geç kalmıştım..