13 Şubat 2014 Perşembe

Deniz Kabuğu



     
       Ben Ercüment Münasipoğlu. Mütevazi konuşmam gerekirse; dünyanın en iyi piyanistiyim.
"Böyle bir yetenek, yüz yılda bir gelir" derler ya , işte bu yüz yıl için gelen yetenek benim.
24 yaşımdayım. İlk aşkım çoktan evlendi, ben yalnızım.
Mezarının nerede olduğu bilinmeyen Mozart kadar yalnızım.
Çamaşır makinesi üreten bir fabrikada çalışıyorum. 'Çalışıyordum' desem daha doğru olur.
Çünkü; müzisyen kimliğime yakışmayan işimden, bugün istifa ettim.
İstifamı verip, fabrikadaki kutulardan birinin içine saklandım. Kendimi güzelce paketlettim.
Makinelerle birlikte beni de kamyona yüklediler. Diğer kutularla birlikte şehirde indirildim.
Sürüne sürüne şehrin göbeğine kadar geldim.
Lami cimi yok, ya birileri beni fark edip; "senin yerin burası değil" diyecek ya da bu kolinin içinde öleceğim.

Kimsenin umursamadığı bir yetenek neye yarar ?
Kimsenin umursamadığı bir insan olarak yaşamanın ne manası var ?
*************


5 nisan 1995

  " Kasım yüz elli yaz belli, tatile gidiyoruz abeci ". Şaaaaakkk!
Ercüment, ensesine inen şaplakla irkildi. Şaplak atan babasının yüzünde güller açıyordu.
Metin Münasipoğlu zaten güleç bir adamdı, fakat tatile gidileceği zaman, patates suratında bambaşka bir gülüş peydah oluyordu. Bıyıkları tüm yüzünü kaplıyor, yüzündeki kırışıklıklar adete birbirine tutunarak çenesine kadar iniyordu.
" Yaşasın, aslan babam. "
Üç kişilik çekirdek aile, eşyalarla birlikte arabaya doluşup, dedesinin Ayvalık'taki evine doğru yola çıkıtlar.
-------------------------

     "Ercü gel annem bir şeyler ye." diye bağırdı Cevriye Münasipoğlu.
Metin bey de eliyle gel işareti yapıp kahkahayı patlattı; "Denize girdi mi çıkmak bilmiyor kerata".
Ercüment, diğer çocuklar gibi haytalık yapmaz, denizde bağdaş kurup otururdu sadece.
Dalgaların ve rüzgarın sesinde, şarkılar duyduğunu iddia eder, saatlerce oturup rüzgar senfonisini dinlerdi.
"Lan gelsene tostun soğuyacak" diye bağıran babası yüzünden, senfonisi ikinci kez bölündü.
Kalkıp denizden çıktı. Kurulanmadan tostunu yemeye başladı.
Ağzına bulaşan mayonezi elinin tersiyle silip dedesine sordu; "Dede bana ud çalmayı öğretir misin? "

Dede Reis Bey, 1985'te eşini kaybedince kendini ud çalmaya adamış, eşi Gülizar hanımdan sonra hayat arkadaşı, ceviz ağacından udu olmuştu. Ayvalık belediyesinde ud dersleri veriyordu. Torununun bu isteği karşısında göğsü kabardı; "Kimin torunu be, öğretirim tabi balam. "

O akşam ilk derse başlandı. Tam anlamıyla fiyasko. Koskoca Udi Reis'in torunu nasıl bu kadar yeteneksiz olabilirdi. Onu kırmamak için o gece bir şey söylemedi.
 "İlk gün için bu kadarlık yeter paşam, dört ay sonra benden daha iyi çalacaksın meraklanma"
-----------------

5 temmuz 1995

Tatil başlayalı üç ay olmuştu. Ercüment her akşam, Ayvalık'ın en iyi ud hocasından ders almasına rağmen, tek bir şarkı bile çalamıyordu. "Dede ben yeteneksiz miyim ?"
Reis bey torununu incitmek istemiyordu fakat ondan ümidi kesmişti.
"Paşam belki de başka bir enstruman çalmalısın"
O esnada Metin Münasipoğlu, elinde rakı ve balıkla içeri girdi.
"Baba oğul bu yetmişlik rakıyı bitirebilir miyiz dersin Reis Bey "
"Deniz kıyısında içersek neden olmasın."


Arabaya atlayıp sahile gittiler. Metin mangalı yakıyordu. Cevriye hanım çilingir sofrasını hazırlamaya koyuldu. Reis Bey de udu kılıfından çıkardı. Rakısından bir yudum aldı ve Metin'in en sevdiği şarkıyla açılışı yaptı.
"Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime"

Hepsinin ilk aşkı aklına gelmiş olacak ki şarkı bitmesine rağmen kimseden ses çıkmıyordu.
Aşkın ne olduğunu henüz bilmeyen Ercüment bozdu sessizliği.
"Dede bende bir şarkı çalabilir miyim?"
Reis Bey Ercüment'i nasıl kırabilirdi. Gülümseyip udu torununa verdi.

Ercüment derin bir nefes aldı. Ud'un tellerine gelişigüzel vurdu. Bir iki tane insanın yüreğine ok gibi saplanan nota bastı. Ardından şarkıya girdi. Bir anda parmaklarını takip etmek imkansızlaştı.
 kürdili hicazkar longa'yı öyle bir çaldı ki, tüm aile şoke oldu.
Şarkı bittiğinde Reis Bey ayakta alkışladı. "Boynuz kulağı geçti helal paşam"
Metin'in kırışıklıkları arasından göz yaşları süzülüyordu. "Afferin benim oğluma"


      Ertesi akşam evde ud dersi yaparken Ercüment yine üç notayı yan yana getirip, bir akor oluşturamıyordu.
'Deniz kıyısında ud çalanla, bu geri zekalı aynı kişi mi' diye düşündü Reis Bey.
Ercüment göz yaşlarına boğuldu; "Duyamıyorum dede"
Reis Bey, torununun; 'Denizdeyken şarkılar duyuyorum' dediğini hatırladı.
Salondan dev bir deniz kabuğu getirip Ercü'nün kulağına dayadı.
"Şimdi duyuyor musun ?"
"Evet"
"Çal öyleyse"
Ercüment, kulağında deniz kabuğu, elinde uduyla şarkıya girdi. 6 yaşında minik bir virtiözdü.
Reis Bey deniz kabuğunu torununa hediye etti; "Herkesin bir ilham perisi vardır bu da seninki."
İşte Ercüment'in müzisyenlik hayatı böyle başladı.



**************

Hayat bilgisi, matematik, türkçe..
İlkokulu, Eskişehir'in standart bir okulunda okudum. Daha sonra güzel sanatlara başladım. Okulda, kulağında koca bir deniz kabuğuyla gezen biri olarak epeyce yadırganıyordum. Zaman geçtikçe, her şeye alışıldığı gibi bana da alışıldı. Hatta okulda efsane bile olmuştum. Kızlar, kulağında deniz kabuğuyla gezen bu gizemli çocuğu tanımak için can atıyordu.
"Benim ilham perim bu deniz kabuğunun içinde tatlım"
"Vuuu Ercüment sen delisin"
Artık deli bir ergendim. Lise yıllarımda iyice cozuttum.
Deli damgası yediğinizde özgürsünüzdür. İster camı çerçeveyi indirin, isterseniz en arka sıraya geçip kimseyle muhatap olmayın, isterseniz de bağıra çağıra şarkılar söyleyin.
Disiplin cezası almamam ise; eşi benzeri olmayan yeteneğimden kaynaklanıyordu. Eskişehir güzel sanatlar lisesinin göz bebeğiydim. Böyle bir yetenek olamazdı. Kesinlikle yurt dışında lisans eğitimi almalıydım.
Aldım da.
*******


18 nisan 2007. Fransa'da İlk konser



Ercüment, son notayı; "piyano işte böyle çalınır" der gibi vurup, gözlerini açtı.
Dinleyiciler, ayakta alkışlıyordu. "Şak..şak..şak..Bravo Monsieur Münasipoğlu."
Bütün Fransa, kulağında deniz kabuğu olan, uzun saçlarından ter süzülen bu Türk'e, dakikalarca alkış yağdırdı. Strasbourg üniversitesine başladığından beri ilk konseriydi. Hocası Madam Aceline ; böyle bir öğrenciye sahip olduğu için ne kadar gururlansa azdı.
İkinci konserinde ise, ne kadar yerin dibine girse az olacaktı.


21 haziran 2007

Ercüment'in tarzı belliydi. Sahneye tek başına çıkar, kulağına deniz kabuğunu tutturur, gözlerini kapatır ve şarkıları doğaçlama çalardı. O çalmaya başladığında zaman durur. Denizden bir meltem eser, gök gürler, karla karışık yağmur yağardı. Sonrası malum alkış kıyamet.
"Hocam ben orkestrayla çalamam, uyum sağlayamıyorum."
Madam Aceline ısrarcıydı; "Ercüment senin gibi yetenekli bir çocuk motosiklet kullanırken bile piyano çalabilir."
Ne yaptıysa Aceline'yi ikna edemedi. Büyük Paris orkestrası Ercüment'in namını duymuş. Onları reddetmek kariyerinin bitmesi demekmiş. Hem de konser yarın, acilen cevap vermesi gerekiyormuş.

Ercüment teklifi kabul etmek zorunda kaldı.
-----------

Ertesi Gün- Fransa'da İkinci Konser

Ercüment ilk iki şarkıyı solo olarak çaldı. Yine alkış kıyamet. Sonra alkışlar orkestra için kaldığı yerden devam etti. Büyük orkestra sahneye çıktıkça Ercüment ter içinde kalıyordu.
Orkestra yerine yerleşti.
'Tchaikovsky piano concerto no:1'
Orkestra şefi Gerard Riva başlangıç işaretini verdi. Trompetler, yaylılar ve Ercüment. Aslında fena bir başlangıç olmadı. Bir süre sonra Ercüment'in kulağı, deniz kabuğundaki sese gitti. Gözleri kapandı.
Orkestra hala piyano konçertosu çalıyor olabilirdi ama Ercüment kesinlikle çalmıyordu.

On dakika sonra , 'piyano işte böyle çalınır' der gibi vurdu yine son notayı. Gözlerini açtı.
Mutlak sessizlik, ölüm sessizliği, donuk bakışlar ve sinirli bir orkestra şefi.
Bayan Aceline yerin dibine girmeye çalışan bir köstebek gibiydi.
***************************




       Koşarak sahneden uzaklaştım. Kulisten fuaye alanına, oradan da bahçeye çıkıp bir sigara yaktım.
"Tanrım ne utanç verici, rezil oldum."
 Utanç içinde kıvranırken omzuma, pamuk kadar yumuşak bir el dokundu, aynı yumuşaklıkta bir sesle;
"Bence piyano konçertosu bu şekilde değiştirilmeli, çok sevdim." dedi.
Arkamı döndüğümde hayatımın ilk aşkını görecektim. ' Scampi ', umut ışığım.


-------------------

24 Mart 2009

"Tatlım saç düzleştiricisini getirebilir misin ?"
Okuldan atılmamın üzerinden iki yıl geçmişti. Ailemin gurur kaynağı olarak bu atılma mevzusunu onlara söyleyemezdim. Scampi'nin evine yerleştim. O da müzisyendi. Sokaklarda müzik yaparak geçimimizi sağlıyorduk.
Ukulele'de dünyalar güzeli Scampi, Ud'da ise bulunmaz yetenek Ercüment.
"Getiriyorum hayatım."
Nefesi, yeni öğütülmüş kahve kadar güzel kokan kadın. Gülüşüyle, beni sıcaktan erimiş asfalta çeviren kadın. Gözlerine baktığımda, daha önce mavi renk görmediğime inandıran kadın.
Büyük aşklar büyük kavgalarla biter.
"Ercüment sen geri zekalı mısın, bu saç düzleştiricisi değil saç maşası !"
Geri zekalı demesini gururuma yediremedim. Son zamanlarda da kendimi iç güveysi gibi hissediyordum.
Scampi'yi , Fransa'yı terk ettim.
------------

05 nisan 2009

Bir hafta içinde pılımı pırtımı toplayıp Türkiye'ye döndüm.
"Vaaay şutunzi piyanist döndün demek huhah"
Bakkal Mehmet abi, okuldan şutlandığımı nereden biliyordu ? Herhalde türkçe bir kelimeyi fransızcaya çevirerek benimle gırgır yapıyor diye düşündüm. Aman ne komik; 'şutunzi'.
"Okul bitti döndüm abi"
"Hahahahah biter tabi, konçerto diye çifte telli çalarsan biter huhaha"
Yüzüm kireç gibi oldu. Bir şey söyleyemeden eve geçtim.
Annem kapıda beni görünce hiç şaşırmadı.
"Hoş geldin oğlum gel, aç mısın bir şeyler hazırlayayım"
Cevabımı beklemeden, yaşam alanı olan mutfağına gitti. Ben de salona yöneldim.
Okuldan atıldığımı bildiklerini, salondaki masanın üzerinde duran gazeteden anladım.

'23 haziran 2007' tarihli gazetede;
'TÜRK PİYANİST, PARİS ORKESTRASINI BATIRDI' yazıyordu.
    Fransa'da okuyan türk öğrenci Ercüment Münasipoğlu(19), dünyaca ünlü Paris orkestrasıyla birlikte piyano konçertosu çalarken, bir anda çifte telli çalmaya başlayınca herkesi şoke etti.
  Orkestra şefi Gerard Riva(46);
"Strasbourg Üniversitesinden Prof.Aceline(29), bu çocuk yüz yılın en iyi piyanisti demişti. Bizde onun saygınlığına güvendik. Dinleyicilerden özür diliyoruz, orkestramızda bir daha böyle bir durum olmayacak' açıklamasında bulundu.
Strasbourg Üniversitesi ise; "bahsi geçen öğrenci okulumuzdan atılmıştır" diye açıklama yaptı.
********************


    Haberi okurken Ercüment'in üstüne bir kasvet çöktü. Duvarlar üstüne üstüne geliyordu. Kalbi sıkıştı.
Bu haberden sonra Türkiye'de de kariyer yapamazdı. Hiç kimse onunla çalışmak istemezdi. Akrabaların, komşuların hatta bakkalın bile diline düşmüştü. Annesi, oğlunun en sevdiği yemeği masaya koydu.
"Bezelye, sağol anneciğim"
Bezelye taneleri misket gibi tıkadı boğazını. Yutamadı.
-------------





 
    Ercüment, babasının ayarladığı, çamaşır makinesi üreten bir fabrikada işe başladı. Saçlarını kestirdi. Artık üretim bandının bir parçasıydı. İş arkadaşları ne karılar hoplatmıştı. Son model telefonlarını yirmi dört ay taksitle almışlardı ama olsun ödenirdi. Allah nasip kısmet ederse, temiz bir araba alıp, boş caddelerde yanlayacaklardı. Ercüment de artık evlenseydi, ne zamana kadar bekar gezecekti.


     Ercüment, dört sene bu lanet işte çalıştı.
"Sikerim çamaşır makinenizin rezistansını" deyip istifa etti.
O, eşine az rastlanır bir yeteneğe sahipti.
İçinde hala melodi fırtınaları kopuyordu. Sıradan insanlar gibi yaşayamazdı.
Yani yaşardı da, o yaşayan Ercüment olmazdı.

******************



Kimsenin umursamadığı bir yetenek neye yarar ?
Kimsenin umursamadığı bir insan olarak yaşamanın ne manası var ?
   Scampi'de olduğu gibi, birinin gelip beni kurtarmasını beklemiyordum. Aslında ölmek için girdim kutuya. Türkiye'de yaşayan herkes bilir. Şüpheli bir kutu varsa, patlar.

Duyarlı bir vatandaşın ihbarı üzerine etrafım sarıldı. Polisler yaklaşmaya korkuyordu.
Ben de karton kutuda açtığım delikten, olan biteni izliyordum.

"cızzzttt.....Bomba ekibi nerede, bomba ekibi geliyor mu....cızztt.."
"cızzttt....Yoldalar amirim geliyorlar...cızzt"
"Cızztttt....Anlaşıldı tamam....çıt.."

 Bomba ekibi geldi. Astronot kılıklı bir polis yanıma doğru yaklaştı.
Hayatımın konseri başlıyordu. Metronomu verdim.
"Tik tak tik tak"

"cızbtt..amirim saatli bomba...güvenlik önlemi alın, patlatıyorum..cızbt.."
"....anlaşıldı.."

Kulağıma deniz kabuğunu koydum. Öyle güzel bir şarkı çalmaya başladı ki, kendimi kaptırdım.

Olaylar durulduğunda, ölmüştüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder